müzik önerisi: Max Richter - On the Nature of Daylight
Yeraltından yeryüzüne çıkan bir mutsuzun hikayesi...
Düzeltiyorum, sonu daima bilinen hikayesi...
Her insanın yeraltında gizlediği bir odası vardır. Gündüz ışığını almaz, yalnızca geceleri aydınlıktır. Hep tütsü kokar, odun kokuları, baharat, biraz da çiçek. Çiçek kokulu hiçbir tütsü gerçeğine yakın kokmaz. Menekşe kokusu diye yakılır mesela, ya da yasemin kokusu. Çok da güzel kokar. Gerçeğinin kokusunu bilmiyorsanız, tütsüden güzeli bulunmaz. Ama gerçek bir yasemin çiçeğini elinize aldıysanız, şöyle bir kokladıysanız, hiçbir tütsü onun yerini tutmaz.
Yeraltı da böyledir işte. Yeryüzünün ışığı bir kez vurduysa yüzünüze, yeraltına dönemez olursunuz. Yeraltında gizli onca madeni bırakır, gün ışığına, gerçek çiçek kokularına, gece ortaya çıkan yıldızlara, kızıl gün batımına, mavi gökyüzüne yani kısacası, hayatın gerçekliğine dönersiniz.
Ben de öyle yaptım. Yeraltında saklandığım odamdan bir kez çıktım. En güzel çiçekleri kokladım, en kızıl gün batımlarını gördüm, en güzel sesleri en güzel şarkıları duydum, dört duvarımı kaldırdım, nefes aldım, yaşadım. En önemlisi de bu; yaşadım.
Ama yaşamak aynı zamanda da büyümekmiş, öğrendim. Koskocaman olmak, bir bulut kadar büyük, heybetli, özgür. Şehir şehir, ülke ülke dolaştım. Günün birinde bir mutsuzla tanıştım, yeraltından çıkıp yeryüzünde kaybolan bir mutsuzla. Eğer dedi, bir gün sen de kaybolursan yeryüzünde, benim hikayemi yaz.
Yazımın bundan sonrasını onun için yazıyorum. O ve diğer tüm mutsuzların anısına...
Onunla tanıştığımda, üstü başı kelimelere bulanmış bir haldeydi. İki kelimeyi bir araya getirip de silkeleyememiş üstünü. Uzun zamandır oradaymış, saklanmış. Önce 'Bir şey yok canım sadece yorgunum.' dedi ama Küçük Prens okuyan herkes bunun ne demek olduğunu bilir. Başlarda ne benim onu dinleyecek gücüm vardı ne de onun kendini anlatacak gücü. Ama hikaye bu ya, nereden geldiyse geldi o güç ikimize de. Önce onu yerinden doğrulttum, sonra neden sıktın öyle yumruğunu sımsıkı diye sordum. Dokunamam dedi, artık yeryüzündeki hiçbir şeye dokunamam, onları da kelimelere bulayamam. Ne var bunda ne olacak ki, dedim. Olmaz dedi, kelimeler mutsuzların parmak izidir. Onları öyle gelişigüzel her yere bulaştıramazsın. Yani dedim tüm bu kelimeler, eğer üstünden silersek... Silmeyeceğiz dedi, ne yapacağımızı sana sonra anlatacağım. Önce bana bir gün batımı bulmalısın. Bunu benden daha iyi yapabilecek biri yokmuş öyle söyledi, haklıydı. Onu en güzel gün batımına götürdüm. Bir bilemedin iki saat içinde kararacaktı hava, batacaktı güneş. Zamanımız kısaydı yani. Emindim artık, bana en büyük hayat derslerini verecekti, en bilinmez hikayeleri anlatacaktı. Öyle olmadı.
Çok uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra canıma tak etti artık ve sordum, madem beni buraya getirdin neden konuşmuyorsun?
Şşşt, dedi.
Bir açıklama yapman gerekmez mi, dedim.
Şşşşşt sessiz ol, dinliyorum, dedi.
Neyi dinliyorsun. dedim.
Sessizliği, dedi.
Bekledim bekledim bekledim ve sonunda konuştu: Artık senin de büyümenin zamanı geldi. Biliyorum çok zor büyüdüğünü kabullenmek. Tüm sesleri duyabilmek, tüm renkleri görebilmek, tüm kokuları koklamak hepsi çok güzeldi ama artık büyümelisin. Biliyorum sadece kalbini dinlemek çok daha kolaydı, kalbin seninle kalsın ona kulak vermeye devam et ama artık gerçekten büyümenin vakti geldi. Sorular sormayı, ayrıntılarda kaybolmayı, cevaplar bulmayı, anlamayı, anlamlandırmayı, güçlü olmaya çalışmayı, korumayı kollamayı bırak. Laciverti, açık maviyi, gök mavisini, gece mavisini, toz mavisini, turkuazı, deniz mavisini ayrı ayrı görmeyi bırak. Onların hepsi mavi. Sadece mavi. Bir tek sen ayırıyorsun onları birbirinden, ayırma, insanların gözünde hepsi mavi. Önüne bak, çünkü gece olduğunda bunların hiçbir önemi kalmayacak. Unutma, tüm renkler geceleri siyah görünür. Kitaplar oku, şarkılar dinle, rüzgarı hisset, sesleri duy; yani kısacası yaşa. Ah bak güneş de batmak üzere, zamanım daraldı gidiyorum ben dedi. Dur, dedim. Bu kadar mutsuzken nasıl bu kadar heveslisin tüm bunlara, yaşamaya?
Yaklaş dedi. Yaklaştım. Daha da yaklaş dedi iyice yaklaştım ve sadece benim duyabileceğim bir sesle dedi ki, 'Bazen hayatı yaşanabilir kılan şey bir gün öleceğimizi bilmektir.'
Ah, dedi. Az kalsın unutuyordum. Şu kelimeler, üstümdekiler. Bunları al. Bunların hepsini kullandığında sen de büyümüş olacaksın. Gitti.
Ben de o kelimelerin birkaçıyla bunları yazdım. Emekleyen bir bebeğin ilk kez ayağa kalkışı gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder